Yürüyorum…
Benim dışımda yürüyen nice bir kalabalık
Bu kadar yoğun kalabalığın içinde bir birini hiç görmeyen, yapayalnız insanlar Yüzlerinde insanların gülümseme, uçup gitmiş
Tamda şimdi geçmişi hatırlamak ne acı verici.
Sabahın ilk ışıklarıyla, taze sabahlara uyanan, koca bir köy vardı.
Saclarda pişen ekmek kokusu…
Ve elde dokunmuş yün halılara bağdaş kurmuş, şalvarlı bilge adamların muhabbetleri
Hayâ ve edebin ince süzgecinden geçmiş, yaşlı ninelerin, şefkatli ellerinde sevilmek
Masallarımız vardı mesela nesilden nesile emanet öyküler
Çamurdan icat bin türlü oyunumuzun içinde mutluluğu yoğurduk
Ve ıslah olmaz hayaller ne maceralara sürüklerdi bizi
Cüneyt Arkın kaleler fethediyordu uçarak
Bizde uçuyorduk, bazen kol, bazen bacağımızı kırarak
Ekin tarlalarında buğday başakları topluyorduk
Bağ bozumu bir şölen gibiydi, pekmezler kaynatılıyor biz kazanlara bekçi oluyorduk
Ve zamanın zerreleri durmadan akıyordu biz büyüyorduk.
Başka illerde kimimiz mektep tahsil ediyor, kimimiz ekmeğimizin peşi sıra uzaklara gidiyorduk
Hayallerde kalan birkaç hatıra kırıntısını yastığımızın altına koyuyor ve hep öyle uyuyorduk
Ama zamanın kumları her gün biraz daha örtüyordu anılarımızın üstünü
Ve eskimiş bir resim gibi zihinlerin derinlerine gömülüyordu çaresiz
Dış dünya güçlü bir kasırga gibi bizi de emiyordu içine
İdeolojiler konuşuluyordu okullar da, çılgın tezgâhlar da yeni kıyafetler biçiliyordu
Ve bize ait cümleler kaybediyordu bu savaşı…
Artık susuyorduk.
Üstünde büyüdüğümüz kökler bu sisli puslu havada kuruyordu.
Kayboluyorduk
Dünyanın durmaksızın dönen çılgın çarkları içinde, ruhumuz acı çekiyordu.
Değişim kaçınılmazdı direnemiyor, artık pes ediyorduk
Cüneyt Arkın’ da yaşlanıyordu, zira uçtuğu nadir görülüyordu o da bizim gibi yapıyor Sicilya babalarına özeniyordu.
Ve sonra…
Sonra yıllar geçti
Ne çok şey değişmişti, özlüyorduk geçmişi
Ve öykümüz
Yaz gecelerindeki kaval sesleri kadar eskilerde yitip gitti
Kahramanlar kaybediyordu, biz kayboluyorduk
Koca canavarlar alıyordu Cüneyt abinin yerini
O “savulun ezdirmem” diyordu
Yeniler: “Kurtlukta düşeni yemek kanundur” diyordu
Ve galiba iyiler de artık kazanmıyordu.
İçinde olduğumuz şeye ayak uydurmuştuk belli
Bizde biliyorduk mesela birkaç Pop yıldızı hatta Topçu ismini
Onların filmleri, onların giyimleri ve şarkılarını dinliyorduk bilmesek te sözlerini
Onlar gibi yaşıyorduk ille de onlar gibi
Ve sonunda kendimize dair söylenecek her şey ölüyordu avuçlarımızda Kelimesiz ve sözcüksüz
Evet biliyorum
Janjanlı elbiseler içinde, kendimiz dışında her şey olmaya aday bizler mutlu değiliz bu renkli ambalajlarda.
Bizlerin kökleri üzerinden bitirilmeye çalışılan ot, köklerimizle örtüşmüyor. Ne onların istedikleri şey olmayı başarıyoruz.
Nede kendimiz kalabiliyoruz.
Bizler, Avrupa’dan bozma bu yapay dünyanın içinde ürkek yürüyen ak yaşlıların çocuklarıyız.
Dönüp, arkamızda bıraktığımız, çocukluğumuza yeniden seslenelim.
Duvarlarımızdaki çerçevelerin içine kendi yaşamlarımızı işleyerek, yaşamın bizim için açtığı sahnede, kendi öykümüzü anlatalım.
Ve zamanın kumlarında bizden bir melodi yankı bulsun.
İçinde acılarımızın, sevinçlerimizin, bizim hikâyemizin sözleri olsun.
Yavaşlayan adımlarla artık durmak gerek biliyorum
Gökyüzüne bakıyorum güneş hala orda görüyorum
İstikametimin tersine dönüyor yürüyorum
Adımlarım hızlı
Zamanın kumları durmayacak biliyorum…
*** ***
“ İnsanda derin bir yaradır köksüzlük, budur âlemde hudutsuz ve hazin öksüzlük”…